3 Ekim 2013 Perşembe

Oğuz Atay'ın Tutunamayanları ve Recai Hallaç'la Tanışma Dileğim


Oğuz Atay'ın Bilinç Akışı Tekniği


Oğuz Atay, Tutunamayanları "bilinç akışı" denen, karakterin kafasından geçen düşünceyi doğal bir yolla resmen "akıtması" şeklinde bir teknikle yazmış. Kitabı okurken Selim Işık'ın kafasındaki fikirlerle, bir yandan da yaşadıklarıyla aynı anda yoğruluyor gibi oluyorsunuz. Nasıl ki, hepimizin gün içinde beynimizden onlarca fikir geçip duruyorsa, kahramanın beynindeki akışları da resmen kitapta görüyorsunuz. Bu, okuyucu için yorucu bir durum, evet, kahramanın kafasındaki fikirler akıyor ama kitap akmıyor. Akmıyor da, Tutunamayan'ları okuyan neredeyse herkesten duyacağınız gibi bence de, bu kitabı okumaya doyum olmuyor. İşte Oğuz Atay'ın, adını yokluğunda bile hala konuşturan, hala kafaları yormamızı, hala saygı duymamızı sağlayan özelliği de burada, gözümüzün önünde yatıyor.

Ben bir Tutunamayan Olmayayım!


Oğuz Atay
"Ben de bir Tutunamayanım" yazan çoğu Tutunamayanlar romanı okuyucusundan biri değilim -dir inşallah-. Okurken, çoğu sorgulama, umutsuzluk vb. gibi hisleri kendime yakın bulsam da, bu derece olumsuzluğa gömülmüş bir kişi olmayı istemem hiç. Ben, zaman zaman herkes kadar -belki genel ortalamadan biraz daha fazla- tutunamayan biri olsam da, hep bir yerinden tutmaya çabaladım eninde sonunda hayatı. Selim'i de hep elinden tutup çekmek istedim, tıpkı Turgut'un zaman zaman yaptığı gibi, Selim'in hırsını bazılarından almak istedim. Zaten "Ben de bir Tutunamayanım" cümlesini kuran birinin sonu, Selim Işık gibi olmalıdır ki, umarım kimse o duruma gelmesin.

Noktalama İşareti Olmadan 79 Sayfalık Metin Yazmak

Hala Tutunamayanlar'ı bitiremedim. O meşhur noktalama işareti olmayan 79 sayfanın içerisindeyim. Kendime, bu kısmı bir solukta okuyacağıma dair söz versem de yapamadım, böyle bir vakit yaratamadım. Bu kısmı okuyan çoğu okuyucu gibi ben de, habire bir yere nokta, ünlem, soru işareti koymaya çalışıp duruyorum. Ama başarılı olmadığımı net bir şekilde söyleyeyim. Tam "buraya nokta koyayım, burada okumayı keseyim" diye düşünürken, o sırada bilincimin başka bir akışı "yok, bu devam ediyor hala" diyor ve bağlandığını anlayıveriyor kalanına. Bu 79 sayfayı yazan kişiye, 'edebi basamakları tırmanış' kaçar kaçar kısmet olmuştur? Doğrusu ben, bir mucizeye bakar gibi bakıyorum bu metne...

Bir de Bu Romanı Çevirmesi Var ki...

Selim'in iç sıkıntılarını anlayabilmek bile her insanın harcı değil diye düşünürken, çıkıp da birilerinin bu hisleri başka bir dile çevirdiğini düşünmek bana imkansız geliyordu. Derken şiirsel bir bölüm olan Selim'in şarkılarını okudum. Şiirin çevrilmesi bana zaten oldum olası enteresan gelir. Her dilde her sözcüğün karşılığı olmaz, üstelik bir mısrada bin anlam içeren bir şey nasıl çevrilir, vs gibi şeyleri düşünüp dururum. Hadi bu kısım da tamam, bir yolu var belli ki... Peki ya noktalamasız bölüm nasıl çevrilecek? Düşünürken fenalaşmaya başlıyorum...

Derken Recai Hallaç diye bir çevirmenin kitabı bu aralar (2013) çevirmeye başladığını, üstelik de şarkı kısmını Almancalaştırırken, Venedik köprülerinde düşünüp durduğunu buluyorum -tam da hayalimdeki gibi-. 1971 yılında yazılan Tutunamayanlar cümleleri, bugün tek tek, ince ince yeniden dokunuyormuş! "Oğuz Atay ölmemiş, yaşıyormuş" der gibi. İşte haberi de burada, buyrun okuyun: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/22784309.asp

Keşke Recai Hallaç gibi bir çevirmenle kesişse günün birinde yolum. Bir kitap yazmak yerine çevirmeye baş koymak nasıl bir duygudur, bir başkasının cümlelerini başka dile yorumlamak nasıl olur, sorup dursam. Çevirdiği Venedik Köprülerinde onu izleyebilsem. Hele de Orhan Pamuk kitapları ve Tutunamayanlar gibi kült eserleri çeviren biri!
Recai Hallaç
Kısacası Recai Hallaç ile tanışmak istiyorum, belki bir gün bu yazıyı okur...

Hiç yorum yok: